Yokluğunda delirmemek için yazmaya başladım, seni özlüyorum. Şu an Televizyonda bana Çin işkencesi yapmak için Hüp çalıyor Tarkan'dan. Ben ilk önce bir hikayeyle başlamak istiyorum, izin verirsen...
Mezatçı, hırpalanmış ve çizilmiş olan eski keman için harcayacağı zamana pek değmeyeceğini düşünüyordu, yine de onu izleyenlere gülümsedi;
- Bu ne eder , arkadaşlar? Diye bağırdı. Açık arttırmayı kim başlatacak, 1 $, 1 $ ardından 2 $ . Sadece 2 $' mı ? kim üç' e çıkaracak ? yok mu arttıran . Evet üç $ , üç $ ' a satıyorum.
Ama olamaz , en arka sıralardan kır saçlı bir adam öne geldi, eski kemanı aldı, üzerindeki tozu sildi, gevşek yaylarını gererek akort etti ve bir meleğin Noel ilahisini söylemesini andıracak kusursuzlukta hoş bir melodi çaldı. Müzik sona erdi ve mezatçı alçak bir sesle,
- Keman için ne kadar veriyorsunuz? Dedi.
Sonra onu coşkuyla havaya kaldırdı.
- Bin $ , peki kim 2000 $ diyecek. 2000 evet 3000 satıyorum, satıyorum , sattım.
İnsanlar coşkuyla alkışlıyorlardı. Ama bazıları ağlıyordu.
Biri sordu;
Ne oldu da değeri değişti anlamadık! Hemen yanıt geldi. "Bir ustanın eli değdi"
Dünyada uyumsuz, hırpalanmış ve yaralanmış bir yaşam süren birçok kişi, tıpkı bir keman gibi düşüncesiz bir kalabalığa ucuza satılma durumuyla karşılaşır. Bir kase çorba, bir kadeh şarap, bir oyun ve bu böyle sürüp gider. Satılmasına az kaldı, satılıyor,nerdeyse bitti derken, usta duruma el koyar ve beyinsiz kalabalık, ne ilhamın anlamını ne de usta' nın dokunuşunun yarattığı değişimi tam olarak anlayabilir.
Benim sevgili ustam babam onun eli 13 sene önce değdi bana, o tozlu keman bayağı güzel sesler çıkarmaya başladı ama o ustanın kendisinin de söylediği gibi ayarını yapamayacağı bir tel vardı ki buna başka bir usta gerekiyordu. Bir gün dedi bir usta gelecek ve ondan kaçamayacaksın ve o kalan o kırık teli tamir edecek, keman en güzel sesleri çıkaracak. Sanırım o ustanın eli dün gece kemana değdi ama kemanın üzerinde hala bir miktar toz kalmıştı ve birden o tozların etkisiyle yanlış sesler verdi ve ustası onu kaldırıp yere attı. Keman ustasını tanıdıysa belki ustada kemanı fark etmiştir aslında kim bilir . Belki de ustanın da içinde hala bir teli kırık olan bir keman vardır, her ne kadar sevenleri, ailesi o kemanı eski haline getirmeye çalıştıysa da belki o kemanında bir ustaya ihtiyacı vardır ve belki de o usta diğer kemanın ruhundadır. Dün kemanların ruhları konuştu, birbirlerinin tellerine dokundular ama ikisi de bir zamanlar çok hoyrat ellerde oldukları için telleri çok gergindi, attılar kemanlardan biri atan telinin tamir edilmesini istiyor ve bekliyor. Kemanlardan biri aslında birlikte güzel bir ezgi oluşturduklarının farkında, kemanlardan biri diğerinin şah damarında attı dün gece, zikretti, evrenin frekansını fark etti, evrene karıştı, toz oldu, hiç oldu, hiçlikte doğup her şey oldu, hakkı gördü,bir oldu. Sonra ne yazık ki dünyaya geri döndü, benlik ağır bastı incinmekten korktu, incitti. O keman artık şarkı söylemiyor, kalem oldu yazıyor şimdi. Daha ne kadar yazacak bilmiyor ama umarım kalemi ve kağıdı bitmeden derinden bir gel sesi duyar.
Dün gece sabaha kadar uyumadım, bana hala kızgınsın biliyorum, saygı duyuyorum. İşte bu nedenle konuşmuyorum yazıyorum, bir gün o gel sesini duyarsam gelirim... sabah erkenden çıktım yataktan, sokaklarda dolaştım boş boş. Görülme korkusuyla da olsa sana geldim. Hayal bile olsa.
Şu an bana tüm kızgınlığınla bakan gözlerini görüyorum, umut etmemi yasaklıyor gözlerin, oysa gülümsemen yeterdi ama gülümsemiyorsun. Seni çok kırdım, Allah da cezamı veriyor, sensizim. Leo Buscaglia' nın bir sözü vardır, dünden beri çınlıyor kulaklarımda... "fırçanız var, boyalarınız var; bir cennet resmi yapın ve girin içine. Siz bir cehennem resmi yapmak isterseniz, buyrun yapın, ama bunun için karşınızdakini suçlamayın, ana-babanızı suçlamayın ve Allah aşkına Allah'ı suçlamayın. Kendi cehenneminizi yapma sorumluluğunu üstlenin" proaktivite eğitiminde aldığım bilgilerle bunu birleştirip şimdi düşünüyorum da şimdi kendi cehennemimi kendim yaptım ve kimseyi suçlamıyorum , sonuçlarına katlanıyorum. Ama yinede Allah'tan umut kesilmiyor, belki üzüntümde ne kadar içten olduğumu bildiğinden o beni affeder. Canterbury katedralinde yazdığı gibi "iste alırsın, bak bulursun, çal kapıyı açılır" bir gülümsesen...
Bir yıldızın gülümsemesini beklemek ne zor. Çünkü yıldızları ancak yeterli karanlıkta görebiliriz ve ben şu anda karanlıkta aradığım yıldızın parlamasını bekliyorum. Gönlümün periskopunun takıldığı yıldız Sirius, lütfen beni fazla karanlıkta bırakma korkuyorum.
Dağ yolunda arabadayım. Gözlerimi kapadım ve dua ettim demin. Ben dualarımın sevdiklerime ulaşacağını ve onları koruyacağına inanırım. Senin için huzur diledim, kendim için umut ... Artık gördüğün gibi evde, arabada nerede olursa olsun yazıyorum. Kar yağışı devam ediyor. Bu akşam balkona bir kardan adam yapacağım, sanırım akşama kadar biriken karlar yeterli olur. Çocukluk işte yaş ilerliyor ama ben hala büyümüyorum. Birazda yokluğunda kendimi oyalama çabası tabi ki. Zaman geçmiyor. Bugün iş de olmaz şimdi burada öğleden sonra ciddi bir görüşmem var ve ben hala hazır değilim, işimde devamlı hazırlıklı olmaya inanırım, yoksa görüşme öncesi birkaç dakika öncesinde bile hazırlanabilirim, ama o sadece anı kurtarır. Ne serseriyim değil mi?! Bu sabah güneşin parlamasıyla yeni umutlar girdi aklıma. Düşünsene güneş iyi, kötü, bencil, uysal, sinirli, güzel, çirkin demeden herkese ışınlarını, sevgisini, parlaklığını gönderiyor. Dünyanın en güzel çiçeklerini aydınlatan aynı güneş bir köpek leşini de aydınlatmıyor mu?! O zaman söyle bana ey güneşin Kızı sen de bu kadar aptalca davranmış olsam da beni tekrar aydınlatamaz mısın? Bu senin doğanda yok mu? İnka kültüründe güneşe İnti derler, İnka hükümdarları ise güneşin oğludur. Bir de İnkaların Coya Camaquen denilen doğanın güçleriyle ve diğer dünyayla konuşabilen kutsal ikizle evli bakire bilici ( Bir çeşit rahibe) kadını vardır. Güneşin oğlu Coya' sını yanında taşır ve Coya ona bağlıdır, güvenir sözünden çıkmaz. Güneşin oğlu kartalın biliciliği ve keskinliğini taşır. Şu an gülümseyen gözlerini görüyorum ama gerçekten sen misin?! Yoksa ben öyle istediğim için beynim mi bu görüntüyü yaratıyor bilmiyorum. Eğer bilinç altımsa bu görüntüyü yaratan yine de teşekkürler, ama sensen lütfen artık çağır beni, seni çok özlüyorum. Buğday dergisini okurken geçen şu cümleyi farkettim Hz. Mevlana' nın sözleri; "Dün gece akıl' la söyleşip durdum, ona hakikatin sırrını sordum dinle dedi, bu bilinir söylenmez, o sustukça ben sırrı kavrıyordum" ben de susuyorum işte anla diye, sırrımı kavra diye ama gönlüm öyle doldu ki nabzında attığım andan beri yazmadan duramıyorum, bir şekilde boşalmalıyım ki tekrar dolayım. Alacaksam önce vermem gerek, biliyorum.
Özlüyorum seni yaaaa çağır artık, şu karlar bitmeden biraz kartopu oynasak. Yine dayanamadım yazmaya başladım bak. Biliyordum diyorsun ki serserilik etmeseydin böyle olmazdı. Karamsarlığa kapıldığımda korkup saçmalıyorum, vermeye alışkınım ama almayı bilmiyorum, bilinç altımda korkular var, onlardan kurtulmaya çalışıyorum ama öyle işlenmiş ki içime ara ara hortluyorlar işte. Onları kovmama yardım et lütfen, buna ihtiyacım var, sana ihtiyacım var. Korku ve kuşkularımla etrafıma ördüğüm kabuklardan kurtulmaya ihtiyacım var, beni bu kabuklardan soyduğunda çırılçıplak saf halimle içimde tertemiz bir şeyler var, derinlerde bir yerlerde kimseye açmadığım göstermediğim bir yer var ki açmak istiyorum ama nasıl yapacağımı bilmiyorum.
Haklısın bana kızmakta sen kollarını açtın bana, ben senin kadar kocaman sarılamadım sana. Bunu istememe rağmen yapamadım, biraz daha güce, takdire ve kendine güvene ihtiyacım var.
Senden şunu öğrendim ben evvelce güçlü olmayı dimdik ayakta durmak sanırdım, oysa şimdi biliyorum ki güçlü olmak aslında kollarını açmak beklentisizce, çünkü o zaman reddedilme riskin var, buna katlanabilecek durumdaysan güçlüsün. Şunu bil ki her ne kadar öyle görünse de seni reddetmedim, hatta bir adım öndeyim şimdi kollarımı açtım bekliyorum ve riske katlanacak durumdayım. Farkındaysan daha açığım sana, o kabukları sıyırmaya başladım. Kızgınlığın geçer mi bana karşı bilmiyorum, beni tekrar ister misin?! Bilmiyorum, sadece bekliyorum.
Artık yazarken daldan dala atlıyorum değil mi?! Anlaşılmam zor olmaz umarım. Sanırım hiddetinde hoş o halinle de çok cazipsin ama o halinle sana yaklaşmak çok zor, şefkatin daha güzel yine de. Sana yazmaktan yoruldum, artık sana sarılmak istiyorum. Ama sana sarılmak için seni zorlayamam, gücümü kullanamam, sadece seni istediğimi bil. Eğer sende istiyorsan gelip alırsın. Yok istemiyorsan ben bir düş gördüm demektir.
Birazdan çıkıp karda yürüyeceğim ayaklarım beni yine senin o tarafa atar ama uzaktan bakar kaçar mıyım yoksa yanına gelir miyim bilmiyorum.
Bundan sonrası sana kalmış durumda. Ben seni istiyorum ve bekliyorum.lütfen beni daha fazla bekletme, umutlarımı ayakta tutmakta zaman zaman zorlanmaktayım. Bu kadar açık ve dürüst olmak ne kadar doğru bilmiyorum, belki de bu yazdıklarımla seni daha çok sıktım. Eğer böyleyse özür dilerim.
Son söz;
Bu ilişkide amacım tamamlamak yada tamamlanmak değil, kendi tamlığımı görebilmem için sana bile ihtiyacım olduğunu hissettirmek, bu ilişkide amacım şekillenmek yada şekillendirmek değil," sen olmayanı" soyup atmana, " ben olmayanı"soyup atmama, yontmamıza karşılıklı olarak yardımcı olmak.
Bu ilişkide amacım yol göstermek veya gösterilmek değil. Karanlık sulardayken yuvayı işaret etmek, yuvadayken kutlamayı paylaşmak.
Bu ilişkide amacım dürüst olanı, çıplak olanı soymak değil, çırılçıplak sarmaş dolaş olmak, birlikteyken farklılığı korumak, farklıyken birliği unutmamak.
Eğer seninde düşüncelerin benle uyuşuyorsa, bana fazla acı çektirme, çünkü seni üzdüğüm için çok üzülüyorum, çek kolumdan al götür beni. Derinden bir gel desen.
Bekliyorum,
Özlüyorum,
İstiyorum,
"Buradayım"